II. KÜLTÜR – EDEBİYAT SEMPOZYUMU ÖZET BİLDİRİSİ
Okulumuz, “hayat boyu öğrenen” vizyonu ile Türk dili ve edebiyatı dersinin genel amaçları doğrultusunda “eğitim öğretim sürecinin önemli bir tamamlayıcısı olan akademisyen, yazar ve editörlerin Türk edebiyatının Doğu ve Batı edebiyatlarından nasıl etkilendiğini ve kendi eserlerini oluştururken bu etkileri ne oranda eserlerine yansıttıklarını paylaşacakları bir ortam yaratmak” amacıyla 21 Aralık 2019 Cumartesi günü Kültür–Edebiyat Sempozyumu düzenlemiştir. “Türk Yazınında Doğu-Batı Etkileri” başlığıyla bu yıl ikincisini düzenlediğimiz sempozyum; İstanbul genelindeki resmi, özel ortaokul ve lise Türkçe-Türk dili ve edebiyatı öğretmenleri ile öğrencilerinin katılımına açık olarak değerli yazar ve editörlerimiz Murat Yalçın, Tarık Şerbetçioğlu, Müge İplikçi, Sırma Köksal ve Latife Tekin’in konuşmacı olarak katkı sunmasıyla gerçekleşmiştir. Konuşmacılarımızın sunduğu katkılar aşağıda özetlenmiştir:
MURAT YALÇIN
“Türk Yazınında Doğu-Batı Etkileri” konulu sempozyumun açış konuşmacısı olan Murat Yalçın; konuşmasına edebiyatın bir dil sanatı olmasına vurgu yaparak başlamıştır. Dilin başlı başına coğrafyayı, tarihi, sosyolojiyi içerdiğinden söz eden yazar ardından Doğu-Batı meselesinin büyük bir sorun olduğunu fakat bizim edebiyatımızın da tam olarak bu meseleden sürdüğünü belirtmiştir. Dünya edebiyatı kavramını Goethe’nin Doğu-Batı Divanı ile ortaya attığını söyleyen Yalçın, konuşmasına Türk edebiyatının beslendiği kaynaklardan söz ederek devam etmiştir.
Doğu-Batı arasında edebiyatı yayan ve bu yaygınlaşmanın gelişmesindeki unsurların matbaa ve posta olduğundan söz eden Yalçın, Türk edebiyatında yazılı edebiyatın gazeteyle geliştiğini belirtmiştir. Tanzimat Dönemi sanatçılarından Şinasi, Ahmet Mithat Efendi gibi isimlerin o dönemde hem gazeteci hem de çevirmen olduklarını vurgulamıştır. Çevirmenlik konusundan yola çıkarak Türk edebiyatında özellikle romanın Fransız edebiyatının etkisiyle geliştiğini belirten yazar; bir dilin edebiyatından etkilenmek için okuyucunun o dili bilmesine gerek olmadığını, okunan eserlerin yazarı söz konusu dilden etkilenmişse okuyucunun da bu etkiyi alacağından bahsetmiştir.
Türk edebiyatındaki Doğu-Batı etkisinin dilin gelişimine ve canlı bir yapı olmasına bağlı olarak hâlâ süren bir konu olduğunu, dildeki etkinin bir dönem Arapça ve Farsça, bir dönem Fransızca, bir başka dönem de İngilizce olabileceğini belirten Murat Yalçın; bütün meselenin yaşayan toplumdan kopmadan, eleştirilere açık, hataları da görerek eldeki tüm unsurları harmanlayıp yeni sözler üretme çabasında olmak gerektiğini belirterek konuşmasını sonlandırmıştır.
Son olarak “Türk edebiyatı Doğu’da mıdır, Batı’da mıdır?” sorusuna tekrar bakalım diyen Köksal, “Türkiye neredeyse tam da orada durmaktadır. Türkiye edebiyatı Türkiye’dedir. Türk edebiyatını hangi kafese koymak isterseniz koyun, nereye kapatmak isterseniz kapatın, Türk edebiyatı kendisi olarak oradadır.” diyerek konuşmasını tamamlamıştır.
TARIK ŞERBETÇİOĞLU
Doğu-Batı etkisinin tiyatro metinlerindeki etkisini ve bu metinlerin modern edebiyata yansımasını konu edinen Tarık Şerbetçioğlu, tiyatronun öneminden ve tarihi sürecinden bahsederek konuşmasına başlamıştır. “Meddah geleneği nereden geldi, şamanizm etkileri nelerdi?” sorularına cevap arayan Şerbetçioğlu, Anadolu insanının kültürel birikimi ile Orta Asya kültüründen getirdiklerimizi bir araya getirerek Doğu’nun tiyatro kültürümüze etkisinden bahsetmiştir.
Batı’daki birçok yazınsal ürünün Doğu’daki hikâyelerin uyarlamaları olarak karşımıza çıktığını vurgulayan Şerbetçioğlu, Batılılaşmaya başladığımız Tanzimat Dönemi’nde Türk edebiyatının sadece Batı’dan değil Doğu’dan da ürünler aldığını belirtmiştir. Türk toplumunun birçok coğrafyadan etkilendiğini fakat bu etkileşimin ne olursa olsun bizden olan, bize yakın hissettiğimiz ürünler ile halka ulaşabildiğimizi söyleyen yazar, “Coğrafya neresi olursa olsun, insan ortaktır ve ortak konular işlenmiştir.” temasıyla konuşmasını sonlandırmıştır.
MÜGE İPLİKÇİ
Sempozyumun üçüncü konuşmacısı olan Müge İplikçi, Doğu-Batı romanında kadın kavramı üzerine bir konuşma gerçekleştirmiştir. Doğu topraklarında yetişmiş bir kadın olarak harem gerçeğinin ilgisini çektiğini, aslında değerlendirme yapılırken edebiyatımızı anlamlandırmanın sadece Doğu-Batı ayrımından yola çıkarak yapılmasının bir sonuç almakta bizi yetersiz bırakacağını, bunun ötesinde başka noktalara da bakmamız gerektiğini belirtmiştir. Bunun sadece Doğu ve Batı’yla açıklanamayacağını düşünen yazar, Handan romanından şu paragrafı okuyarak sözlerine devam etmiştir: “Ben kokmuş, iğrenilecek bir et parçasıyım. Değil cennet, cehennem bile beni kusup atmalı. Hava, deniz beni reddetmeli. Ruhumu hiçbir ahiret, hiçbir tanrı kabul etmemeli.”
İplikçi, Halide Edip Adıvar tarafından 1912’de yazılan bu satırlarda sanatçının dönemin ruhuna hitap edecek bir yol aradığını ifade etmiştir. Geleneksel roman anlatısı yerine bu şekilde bir anlatı yolu seçen sanatçının belki de Batı ve Doğu arasında bir fikir oluşturmak istemiş olabileceğine değinmiştir. Mektup formunda postmodernizm tarzında yazılmış bu eserde farklı bir şey olduğundan bahseden İplikçi, oradaki kadın karakter Handan’ın kişiliğini anlatarak erkeklerle yarışabilecek, ayakları yere basan, kimseden yardım almadan var olabilen, Mustafa Kemal’in yolundan giden, analitik perspektife sahip bir kadın olan Handan karakterini yıkıma uğratan tek şeyin aşk olduğuna değinmiş; romanın sonunda böyle güçlü bir kadının aşk sebebiyle tımarhaneye kapatılması gerçeğini irdelemiştir. Bu irdeleme noktasında, Handan’ın toplumsal dayatmalarla bu duruma geldiği yargısını “Batı kültürünü almış olsan dahi, Doğu toplumunda yaşayan bir kadınsan buna göre yaşamayı göze al, aksi hâlde başına farklı şeyler gelir.” ifadesiyle bağdaştırmıştır. Halide Edip Adıvar’ın bu sonu bir anda verdiği bir kararla yazmadığını düşündüğünü, toplumda gördüğü gerçeklerin karakteri bu sona götürdüğünü belirten İplikçi; günümüzdeki eşitlik, özgürlük kavramlarına değinerek toplumumuzda bu kavramların içlerinin dolu olmadığı tezini savunmuş; topluma göre, yasa koyuculara göre, aileye göre, eşe göre özgür olmanın tam özgürlük olmadığını vurgulamıştır.
Müge İplikçi son olarak günümüzde eli kalem tutan kadın yazarların nasıl bir özgürleşme mücadelesi verdiklerini, o satırları yazmak için nelerden vazgeçtiklerini, iyi bir yazar olabildiyse de kocası sayesinde olmuştur, denmesinin bizim nasıl bir coğrafyadan geldiğimizi çok net olarak gösterdiğini Yıkık Kentli Kadınlar eserinden de örnekleyerek sözlerini bitirmiştir.
SIRMA KÖKSAL
Edebiyatın Doğu-Batı ayrımı olmadan ortak bir öyküden yola çıkarak toplumsal değişmelerin etkisiyle insanların farklı kültürlerden parçalar getirerek oluşturduğu bir yapı olduğunu vurgulayan Sırma Köksal; konuşmasına edebiyatın toplum içindeki gelişmelerin, değişimlerin toplam bir ürünü olduğunu belirterek başlamıştır. Bugün dünyayı doğu ve batı olarak ayırdığımızda dünyadaki tüm güzellikleri görmek isteyebileceğimizi ve bunları kolay kolay tanıyamayacağımızı vurgulayan Köksal, “Gerek bilimsel gerek toplumsal yapıları neden dünyanın farklı yerlerinde görürüz?” sorusundan yola çıkarak tüm toplulukların kendine has bir özelliği olduğunu belirtmiştir.
“Asya tipi tarzı”nın adının konulup içinin doldurulmadığını vurgulayan yazar, Türk kültürünün ne olduğu üzerine yeni bir kimlik arayışına girdiğimizi belirtmiştir. Köksal, “Biz kimiz?” sorusunun bizim topraklarımız edebiyatında fazlasıyla sorulduğu vurgusunu yapmıştır.
LATİFE TEKİN
“Türk Yazınında Doğu-Batı Etkileri” konulu sempozyumun son konuşmacısı olan Latife Tekin, Doğu-Batı meselesinin sadece edebiyatçılar için değil edebiyat tarihçileri için de çok önemli olduğunu belirterek konuşmasına başlamıştır. Özellikle gençlik yıllarında böyle bir konunun önemini çok fark etmediğini bu sebeple dünyayı kurtarmak amacıyla sınıf meselesi, insanların zor durumları, sermaye ile mücadele eden insanları yazmayı tercih ettiğini söylemiştir. Ayrıca, yazdığı eserlerde kendi evindeki dili kullanmak istemesinin de onun edebiyatında Doğu-Batı eksenini belirleyen önemli bir yön olduğunu belirterek o dönemlerde daha çok Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Bekir Yıldız, 1940-50 kuşağı öykücüleri ve politik bakış açısından dolayı Nazım Hikmet okuduğunu dile getirmiştir.
Latife Tekin, ilk eserlerini yazmaya başladığı yıllarda roman ve tiyatronun tartışıldığını ve zaman zaman sözün masala geldiğini fakat onun da çok fantastik bulunduğunu belirtmiştir. Kendisinin de bu tartışmalardan etkilenerek Türk masalları okumaya başladığını ve böylece Doğu-Batı gerçeği ile karşılaştığını söylemiştir. Batı’daki roman ile Doğu’daki masalın o dönemlerde belirgin iki farklı tür olduğunu ve kendi eserlerini Doğu geleneğinden gelen masallara daha yakın bulduğunu vurgulamıştır.
Latife Tekin, büyük kentlere göç etmiş kişileri anlatırken onların roman kahramanı olabilecek özellikte olmadığını fark ettiğini çünkü çevrilen eserlerin çoğunun Batı’dan yapıldığını ve bunların kendi edebiyat anlayışına çok uymadığını söylemiştir. Bu sebeple anlatacağı kişilerin özelliklerini gerçek saymaya karar vererek Sevgili Arsız Ölüm’ü yazdığını dinleyicilere aktarmıştır. Bu eserinde klasik roman tarzından farklı olarak yazarın nerede olduğunun hep tartışıldığını bu sebeple de eserin Doğu geleneğindeki masal anlatılarına çok yaklaştığını vurgulamıştır. Batı’daki romanın herkesin aksine yüceltilecek bir tür olmadığını, edebiyatımızdaki ilk romanların da yüceltilmemesi gerektiğini çünkü onların da çeviri eserler olduğunu söylemiştir. Ayrıca yazdığı Berci Kristin Çöp Masalları adlı eserinde de geçen gecekondu kavramının edebiyatımızda o zamana kadar hiç kullanılmadığını bunun bile edebiyatımızın yüzünün ne kadar Batı’ya döndüğünün göstergesi olduğunu dile getirmiştir. Latife Tekin konuşmasını bitirirken edebiyatımızı yüzü Batı’ya dönük şamanistik İslam özellikleri gösteren ama bu iki kavramı başarılı bir şekilde birleştirememiş bir edebiyat olarak tanımlamış ve dileğinin Batılı yanımızla geleneksel duygumuzu yani Doğu’yu yan yana getirebilmek olduğunu dile getirerek konuşmasını sonlandırmıştır.
Bütün katılımcılarımıza teşekkür ederiz. Gelecek yıl yeni bir başlıkla hazırlayacağımız ve artık gelenekselleşen FMV Işık Lisesi Kültür-Edebiyat Sempozyumu’nun üçüncüsünde görüşmek üzere.